Türkiye Cumhuriyeti

Türkiye, resmî adıyla Türkiye Cumhuriyeti, topraklarının büyük bölümü Batı Asya’da Anadolu’da, diğer bir bölümü ise Güneydoğu Avrupa’nın uzantısı Doğu Trakya’da olan kıtalararası bir ülkedir. Batıda Bulgaristan ve Yunanistan, doğuda Gürcistan, Ermenistan, İran ve Azerbaycan, güneyde ise Irak ve Suriye ile sınır komşusudur. Güneyini Kıbrıs ve Akdeniz, batısını Ege Denizi, kuzeyini ise Karadeniz çevreler. Marmara Denizi ise İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Anadolu’yu Trakya’dan, yani Asya’yı Avrupa’dan ayırır. Resmî olarak laik bir devlet olan Türkiye’de nüfusun çoğunluğu Müslümandır. Ankara, Türkiye’nin başkenti ve ikinci en kalabalık şehri; İstanbul ise, Türkiye’nin en kalabalık şehri, ekonomik merkezi ve aynı zamanda Avrupa’nın en kalabalık şehridir.
Türkiye toprakları üzerindeki ilk yerleşmeler Yontma Taş Devri’nde başlar. Doğu Trakya’da Traklar olmak üzere, Hititler, Frigler, Lidyalılar ve Dor istilası sonucu Yunanistan’dan kaçan Akalar tarafından kurulan İyon medeniyeti gibi çeşitli eski Anadolu medeniyetlerinin ardından, Makedonya kralı Büyük İskender’in egemenliğiyle ve fetihleriyle birlikte Helenistik Dönem başladı. Daha sonra, sırasıyla Roma İmparatorluğu ve Anadolu’nun Hristiyanlaştığı Bizans dönemleri yaşandı. Selçuklu Türklerinin 1071 yılında Bizans’a karşı kazandığı Malazgirt Meydan Muharebesi ile Anadolu’daki Bizans üstünlüğü büyük ölçüde kırılarak Anadolu, kısa süre içerisinde Selçuklulara bağlı Türk beyleri tarafından ele geçirildi ve Anadolu toprakları üzerinde İslamlaşma ve Türkleşme faaliyetleri başladı. Kısa sürede Anadolu’daki diğer Türk beyliklerinin üzerinde hâkimiyet kuran Konya merkezli Anadolu Selçuklu Sultanlığı, 1243 yılındaki Moğollara karşı kaybedilen Kösedağ Muharebesi’ne kadar Anadolu’yu yönetti. Anadolu’daki Moğol istilalarından sonra zayıf duruma düşen Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu’da yerini yeni Türk beyliklerine bıraktı.
13. yüzyılın sonlarından itibaren Batı Anadolu’daki Türk beyliklerinden biri olarak ön plana çıkan ve bağımsızlık kazanan Osmanlılar, 14. yüzyılda Balkan topraklarında gerçekleştirdiği fetihlerle büyük bir güç hâline geldi ve Anadolu’daki diğer Türk beylikleri üzerinde de hâkimiyet kurdu. Osmanlılar, 1453 yılında II. Mehmed’in İstanbul’u fethederek Bizans İmparatorluğu’na son vermesiyle imparatorluk hâline geldi. İmparatorluk, zirvesini 16. yüzyılda, özellikle I. Süleyman döneminde yaşadı. 1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması sonrasında gelen bozgun ve 15 sene süren Kutsal İttifak Savaşları sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’ya karşı üstünlüğü sona erdi.
19. yüzyıla gelindiğinde imparatorluk, Tanzimat adı verilen ciddi bir modernleşme sürecine girdi. 1876 yılında Türk tarihinin ilk yazılı anayasasının ilan edilip meclisin açılmasıyla başlayan I. Meşrutiyet devri, 1878 yılına kadar sürse de, 1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edilerek anayasa tekrar yürürlüğe girdi. Ancak yapılan reformlar, imparatorluğun dağılmasını engelleyemedi. 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri’nin yanında giren imparatorluk, savaş sonucunda yenik düşerek 30 Ekim 1918 tarihinde tüm orduların teslim olması şartını kabul etti ve akabinde İtilaf Devletleri’nce işgal edildi. 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgal edip bazı milletvekillerini tutuklayarak sürgüne göndermesi sonucunda Meclis-i Mebûsan’ın kapanmasıyla Mustafa Kemal Paşa önderliğinde 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Onun önderliğinde işgalci kuvvetlere karşı yapılan Kurtuluş Savaşı (1919-1922) başarıya ulaşarak, 1 Kasım 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu tarihe karıştı. Cumhuriyet, ülkenin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından 29 Ekim 1923’te ilan edildi. 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılıp Osmanlı Hanedanı’nın yurt dışına sürgün edilmesinden sonra, çağdaş Türkiye’nin oluşumunda önemli yer tutacak olan bir dizi devrim gerçekleştirildi.
Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir ve cumhurbaşkanlığı sistemiyle yönetilen demokratik, laik ve üniter bir anayasal cumhuriyettir. Resmî dili Türkçedir ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman’dır. Türkiye, OECD, G20 ve Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurucu üyesidir. Türkiye NATO’nun ilk üyelerinden biridir. AB adayı olan Türkiye, AB Gümrük Birliği, Avrupa Konseyi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve TÜRKSOY’un bir parçasıdır. Türkiye, askerî kapasitesi ve diplomatik girişimleri sayesinde bölgesel güç kabul edilirken; Avrupa ve Asya kıtalarının kavşak noktasında yer alması nedeniyle önemli bir jeostratejik güce sahiptir. Türkiye evrensel sağlık hizmetlerine, artan eğitim erişimine ve artan yenilikçiliğe sahiptir. 21 UNESCO Dünya Mirası alanı, 30 UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirası[7] ve zengin mutfağı ile Türkiye, dünyanın en çok ziyaret edilen beşinci ülkesidir.
Etimoloji
Ana madde: Türkiye’nin adı
Türkiye’nin adı, “Türk” etnik kimliği adından gelir.[8] Sözcüğün günümüzdeki hâlinin orijinali, bugünkü Türkiye toprakları için ilk kez 12. yüzyılda İtalyanlar tarafından Orta Çağ Latincesi kullanılarak Turchia veya Turcmenia şekillerinde oluşturuldu.[9][10] Bunların yanı sıra, Orta Çağ’ın Alman seyyahları bölgeyi Turkei veya Tirkenland şeklinde, Fransızlar ise Turquie şeklinde andı.[10]
Sözcüğün Yunanca soydaşı olan Tourkia (Yunanca: Τουρκία), Bizans İmparatoru ve bilgini VII. Konstantinos tarafından De Administrando Imperio kitabında kullanıldı.[11][12][13][14] Osmanlı İmparatorluğu ise, kendi çağdaşı olan diğer ülkeler tarafından ara ara Türkiye veya Türk İmparatorluğu şeklinde tanınırdı.[15]
Aralık 2021’de cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ihracatta “Made in Türkiye” ibaresinin kullanılmasına ilişkin bir genelge yayımladı.[16] Genelgede ayrıca, diğer resmî yazışmalarla ilgili olarak, “(İngilizce) ‘Turkey’ gibi ifadeler yerine ‘Türkiye’ ifadesinin kullanılması konusunda gerekli hassasiyetin gösterileceği” belirtilmiştir.[16][17][18] Gerekçe olarak da, Türkiye’nin “Türk milletinin kültür, medeniyet ve değerlerini en iyi şekilde temsil ve ifade etmesi” gösterilmiştir.[16] Mayıs 2022’de Türkiye hükûmeti, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlardan İngilizce olarak Turkey yerine Türkiye kullanılmasını talep etmiş ve bu talep Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir.[19][20][21][22]
Tarih
Ana madde: Türkiye tarihi
Ayrıca bakınız: Anadolu tarihi ve Balkanlar tarihi
Tarih öncesi
Ana maddeler: Tarih öncesi Anadolu ve Tarih öncesi Balkanlar
Ayrıca bakınız: Anadolu’daki antik krallıklar listesi ve Traklar
Cilalı Taş Devri’ne ait arkeolojik sit alanı Göbeklitepe’den bir görünüm. Göbeklitepe’deki bazı taşlar MÖ 9600’e kadar uzanmaktadır ve yapı, Stonehenge’den 7 bin yıldan fazla bir süre önce inşa edilmiştir.[23]
Günümüzdeki Türkiye topraklarının çoğunu oluşturan Anadolu yarımadasındaki en eski arkeolojik bulgu, Gediz Nehri’nde bulunan ve yaklaşık 1,24 ila 1,17 milyon yıla tarihlenen taş bir alettir.[24] Ülkenin güney ile güneydoğu kısımları başta olmak üzere Anadolu’daki bilinen ilk yerleşimler, Eski Taş Çağı’na tarihlenir.[25][26][27][28] Geçmişinin MÖ 9600 civarına kadar uzandığı tahmin edilen Göbeklitepe adlı arkeolojik sit alanı, dünyada bilinen en eski insan yapımı yapıdır.[29] MÖ 7500’e veya MÖ 5700’e dayandığı düşünülen Orta Anadolu’daki Çatalhöyük, dünya üzerinde Cilalı Taş Devri ile Bakır Çağı’na ait en büyük ve en iyi korunmuş yerleşim yeridir.[30] MÖ 8200 ila 6000 arasında kurulduğu tahmin edilen Çayönü yerleşkesi de, bu yapılara yine örnek verilebilir. Çanakkale’de bulunan Troya’da ise Cilalı Taş Devri’nde başlayan yerleşmeler, Demir Çağı’na kadar devam etmiştir.[31]
Hititlerin başkenti olan Hattuşaş’taki Aslanlı Kapı; Boğazkale, Çorum
Frigyalıların hâkimiyetinde bulunmuş olan Aizanoi şehrindeki Zeus Tapınağı; Çavdarhisar, Kütahya
Çeşitli Eski Anadolu milletleri, bölgede Cilalı Taş Devri’nin başlangıcına kadar varlığını sürdürdü.[27] Bu halkların çoğu Hint-Avrupa dil ailesinin bir kolu olarak kabul edilen Anadolu dillerini konuştular.[32] Bazı bilim insanları, Hint-Avrupa dillerinin, yine eski Anadolu dillerinden olan Hitit dili ve Luvi dilinden yayıldığını öne sürer.[33] Ayrıca Türkiye’nin Avrupa kıtasında kalan küçük bir bölümünü oluşturan Doğu Trakya ise, 40 bin yıl öncesine dayanan bir yerleşim tarihine sahiptir ve bölgenin sakinleri de tarıma başlayarak milattan 6000 yıl önce Cilalı Taş Devri’ne geçmiştir.[34][35]
Anadolu’nun bilinen ilk sakinleri, Hatti ve Hurri toplumlarıdır. Hint-Avrupa milletlerinden olmayan bu iki toplum, yaklaşık olarak MÖ 2300’lerde Orta ve Doğu Anadolu’da yaşadılar. Hatti ve Hurriler, Hint-Avrupa milletlerinden Hititlerin MÖ 2000-1700 yıllarında Anadolu’ya gelmesiyle yerini Hititlere bıraktı. Hititler, bölgedeki ilk büyük krallığı MÖ 13. yüzyılda kurdular. Asurlular da, MÖ 1950’den MÖ 612’ye kadar günümüz Türkiye’sinin güneydoğu topraklarını fethetti ve oraya yerleşti.[36][37] Urartuların MÖ 9. yüzyılda Asurluların kuzeyindeki güçlü rakibi olduğu ise, Asur kitabeleri aracılığıyla öğrenildi.[38] MÖ 612’den itibaren herhangi ciddi bir etki gösteremeyen Urartular, MÖ 590 yılında İran’dan gelen Medler tarafından yıkıldı.[39]
Orta Anadolu üzerinde büyük bir hâkimiyet kurmuş olan Hitit İmparatorluğu’nun da MÖ yaklaşık 1180’li yıllarda çöküşünün ardından, Hint-Avrupa milletlerinden Friglerin kurdukları Frigya, MÖ 7. yüzyılda Kimmerler tarafından yapılan saldırılara kadar Anadolu’da üstünlük elde etti.[40] Frigya’dan sonra Lidya, Karya ve Likya devletleri bölgede güç yakalayarak söz sahibi oldu.[41] Ekonomi alanıyla ön plana Lidyalılar, MÖ 546’da Ahameniş hükümdarı Büyük Kiros tarafından yıkılıncaya kadar Batı Anadolu’da varlığını sürdürdü.
Antik Çağ, Helenistik dönem ve Bizans dönemi
Makedonya Kralı Büyük İskender’in İssos Savaşı’nda (MÖ 333) Pers Kralı III. Darius ile karşılaşmasını gösteren mozaik. İskender döneminde başlayan Helenleştirme hareketi Anadolu’da da yaşandı.
Anadolu’nun sahil şeridinde MÖ 1200 yıllarında büyük ölçüde Aiol, İyon ve Yunan yerleşimleri başladı. Bu yerleşimciler tarafından Milet, Efes, Smyrna ve Byzantium gibi çok sayıda önemli şehir kuruldu. Son olarak Yunan koloniciler tarafından MÖ 657’de Megara kenti ortaya çıkarıldı. Yine bu dönemlerde, MÖ 6. yüzyılda, Türkiye’nin şu anki doğu toprakları üzerinde Ermeni Orontid Hanedanı tarafından bir devlet kuruldu.[42]
Anadolu, MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda bir Pers devleti olan Ahameniş İmparatorluğu’nun egemenliğine girdi ve bu egemenlik, MÖ 334 yılındaki Makedonya Kralı Büyük İskender’in fetihlerine kadar devam etti.[43] Anadolu’nun içlerine kadar ilerleyen İskender; Frigya, Kapadokya ve en son Kilikya’ya kadar ulaştı. Ardından, İskenderun civarında (Antakya) gerçekleşen İssos Savaşı’nda ve akabinde Irak civarında meydana gelen Gaugamela Muharebesi’nde Ahameniş hükümdarı III. Darius’u perişan etti. Daha sonra Pers Kralı III. Darius’u devirdi ve Ahameniş İmparatorluğu’nu tamamen fethetti. Büyük bir yenilgiye uğrayan Darius, Fırat’ın doğusuna kadar sürüldü ve böylece Anadolu’daki Pers hakimiyeti son bulmuş oldu.
Büyük Konstantin’in MS 337’deki ölümü sırasında Roma İmparatorluğu sınırları Avrupa’nın önemli bir bölümü, Anadolu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın kıyı kesimlerini kapsıyordu. 330’da Konstantinopolis (şimdiki İstanbul) imparatorluğun yeni başkenti olurken, daha sonra ise yıkılıncaya kadar Doğu Roma’nın (Bizans) başkenti oldu.
Büyük İskender döneminde kültürel kaynaşma ve Helenleştirme hareketi başlatıldı.[27] MÖ 323’te İskender’in Babil’deki ani ölümünün ardından Anadolu bölünerek küçük Helenistik krallıklar ortaya çıktı. Tüm bu krallıklar, MÖ 1. yüzyıl ortalarında Roma Cumhuriyeti’nin bir parçası haline geldi.[44] Büyük İskender’in, fetihleriyle başlatmış olduğu Helenleştirme hareketi ise Roma İmparatorluğu döneminde hızlandırıldı. Bu nedenle daha önceki yüzyıllarda var olan Anadolu dilleri ve kültürlerinin nesli tükenerek yerini Yunan dil ve kültürüne bıraktı.[45][46]
532-537 yılları arasında Bizans’ın yaptırdığı Ayasofya, İstanbul’un Fethi’ne kadar yaklaşık 9 asır kilise olarak hizmet verdi, sonradan Osmanlı döneminde camiye çevrildi. Ayasofya; Roma, Osmanlı ve Türkiye döneminin en önemli mekânları arasında yer almıştır.
324 yılında Roma İmparatoru I. Konstantin, imparatorluğun başkentini Byzantium’a taşıdı ve şehrin adını Nova Roma olarak değiştirdi. İmparator I. Theodosius’un (379-395) iki erkek çocuğu, babalarının 395’te ölmesinin ardından Roma İmparatorluğu’nu Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölerek paylaştılar. Başkenti Roma olarak kalan Batı Roma İmparatorluğu, 476’da yıkıldı. Halk arasında Konstantinopolis (İstanbul) olarak yaygınlaşan şehir ise, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti oldu. Doğu Roma İmparatorluğu, daha sonraki yıllarda Bizans İmparatorluğu olarak anılmaya başladı, günümüz Türkiye topraklarının önemli bir kısmında hakimiyet kurdu ve Osmanlı Türklerinin İstanbul’u ele geçirdiği 1453 yılına kadar varlığını sürdürdü.[47]
Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yapılmış olan, Selçuklu mimarisinin en güzel eserleri arasında kabul edilen bazı yapılar: Sivas’taki Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (sol üst), Konya’daki İnce Minareli Medrese (sağ üst), Antalya’daki Yivli Minare (sol alt), Erzurum’daki Çifte Minareli Medrese (sağ alt).
Oğuz Türkleri, Müslüman olduktan sonra İslam dünyası çevrelerine daha yakın yerlerde ikamet ettiler ve 9. yüzyılda Hazar Denizi ile Aral Gölü’nün kuzeyine yerleşmeye başladılar.[48] 10. yüzyıl itibarıyla Selçuklular, Pers yurdunu da sınırları içine katarak, atalarının vatanı Orta Asya’dan batıya doğru göç etmeye başladılar ve Büyük Selçuklu Devleti’ni kurdular.[49]
11. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklular, Anadolu’nun doğu bölgelerine yerleşmeye ve akınlar yapmaya başladılar. 1071’de, Sultan Alp Arslan döneminde, Selçuklu Türkleri ile Bizans İmparatorluğu arasında yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra gelen Selçuklu zaferiyle birlikte Anadolu toprakları üzerinde Türkleştirme ve İslamlaşma hareketi başladı.[50][51] Bu hareketle birlikte Anadolu’da Türk dilleri ve İslam tanıtılarak yaygın hâle geldi. Böylece bölgede yaygın olan Hristiyanlık ve Yunanca, yerini yavaş yavaş İslam ve Türk kültürüne bıraktı.[50] Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun parçalanmasının ardından, Anadolu’da diğer Türk beyliklerinin üzerinde hakimiyet kuran Anadolu Selçuklu Sultanlığı, uzunca bir süre Anadolu’yu yönetti. Başkenti İznik olan Anadolu Selçuklular, Birinci Haçlı Seferi sırasında İznik’in Bizans’ın eline geçmesiyle Sultan I. Kılıç Arslan tarafından 1097 tarihinde başkentini Konya’ya taşımıştır ve bu tarihten itibaren Konya, Selçuklu Devleti’nin başkenti olmuştur. Sultan I. Alâeddin Keykubad döneminde altın çağını yaşayan Selçuklular, I. Alaeddin’in ölümünün ardından duraklama sürecine girdi.
1200 yılında Anadolu Selçuklu Devleti (Rum Sultanlığı) ve çevre devletlerin bir haritası. Anadolu Selçukluları, özellikle I. Alâeddin Keykubad döneminde (1220-37) sınırlarını çoğunlukla doğuda olmak üzere önemli ölçüde genişlettiler.
Alaeddin Keykubad’ın ölümünü fırsat bilen Moğollar, Selçukluların doğu sınırına saldırarak Anadolu içlerine girmeye çalıştılar. Nitekim 1243’te Anadolu Selçuklu Devleti ile Baycu Noyan komutasındaki Moğollar arasında gerçekleşen Kösedağ Muharebesi sonucunda gelen yenilgiyle Anadolu, Moğol hakimiyetine girmiştir ve Anadolu Selçuklu Devleti zayıflayıp yerini Türk beyliklerine bırakmıştır.[52] Bu beylikler arasında, Söğüt ve Bilecik çevresinde kurulu olan Osmanoğulları Beyliği, 13. yüzyılın sonlarına doğru bağımsızlığını ilan etmiştir.
İstanbul’un Fethi (1453) sırasında, II. Mehmed komutasındaki Osmanlı donanmasının Haliç’e indirilmesini tasvir eden tablo. (Fausto Zonaro)
Osman Gazi’nin başında olduğu Osmanoğulları Beyliği, sonraki yıllarda gittikçe büyüyerek Anadolu, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Levant üzerinde hâkimiyet kurdu. 1453 yılında, II. Mehmed öncülüğünde Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis fethedildi ve imparatorluk tarihe karıştı.[53] Bu olaydan sonra Osmanlılar, bir imparatorluk hâline geldi.
1514 yılında I. Selim, Çaldıran Muharebesi ile Safevî hükümdarı Şah İsmail’i yenerek imparatorluğun sınırlarını doğu yönünde genişletti. 1517’de de Levant, Mısır ve Cezayir’i ele geçirdi ve Mısır’da hüküm süren Memlûk Sultanlığı’nı yıkarak İslam halifeliğinin Osmanlı İmparatorluğu’na geçmesini sağladı. Ardından Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi üzerinde Osmanlı ve Portekiz imparatorlukları arasında, Hint Okyanusu’nda üstünlüğü ele geçirmek için bazı çeşitli deniz muharebeleri yapıldı. Portekizlilerin Hindistan üzerinde egemenlik sağlaması Osmanlı tarafından bir tehdit olarak algılandı. Çünkü 15. yüzyıl sonlarındaki Coğrafi Keşifler sayesinde Ümit Burnu ve Amerika kıtasının keşfedilmesi, Osmanlı’nın elinde tuttuğu Doğu Asya ile Batı Avrupa arasında ticareti sağlayan eski ticaret yollarının önemini yitirmesine neden olup Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir.[54]
Osmanlı İmparatorluğu, 1683 yılında üç kıtaya yayılmış bir vaziyette en geniş sınırlarında.
Osmanlı İmparatorluğu, 16. ve 17. yüzyılda, özellikle I. Süleyman döneminde tarihinin zirvesine ulaştı. Bu dönemde batıda Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’na doğru topraklar genişletilerek Balkanların tamamı, Orta Avrupa ve Lehistan’ın güney kısmı ele geçirildi.[55] Osmanlı donanması, denizde çeşitli rekabetlere girerek başarılar kazandı. 1538’de yapılan Preveze Deniz Muharebesi’nde Barbaros Hayreddin Paşa’nın Haçlıları mağlup etmesinden sonra imparatorluğun Akdeniz’deki kontrolü arttı. Doğuda ise Safevî Devleti ile mezhep farklılıklarından ve toprak anlaşmazlıklarından kaynaklanan bazı çatışmalar, zaman zaman savaşa dönüşerek 16. ve 18. yüzyıl arasında devam etti.[56]
Osmanlı padişahı III. Selim, Topkapı Sarayı’nın Saadet Kapısı’nda bazı ileri gelenleri kabul ediyor, 1789. Aydınlanmacı ve reformcu bir hükümdar olarak kabul edilen III. Selim, döneminde (1789-1807) birtakım yapısal değişiklikler yapmaya çalıştı.
Osmanlı İmparatorluğu, Batı Avrupa’da gerçekleşen Rönesans, Bilimsel Devrim, Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi gibi yeni gelişmeleri ülkesine getiremeyerek çağın gerisinde kaldı.[57] Kutsal İttifak Savaşları’nın bitmesiyle 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması sonrasında Osmanlı İmparatorluğu yavaşça gerilemeye başladı. Yapılan pek çok ıslahat ve 19. yüzyılda ilan edilen Tanzimat Fermanı, ülkenin modernleşmesini amaçladı; ancak başarılı olamadı. Bunun yanı sıra, ülkede toprak bütünlüğünü korumak için geliştirilen, farklı dinî ve etnik kökenlere sahip kişilerin bir arada yaşaması fikrini içeren Osmanlıcılık akımı da başarıya ulaşamayarak dağılmanın önüne geçemedi.[58] 1854’te Kırım Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu, ilk kez dış borçlanmaya gitti; ancak alınan borçlar ödenemedi. Sonraki 20 yıl içinde yüksek seviyelere ulaşarak ekonominin iflasın eşiğine gelmesine sebep oldu ve Osmanlı hükûmetini zor durumda bıraktı.[59] Bunu 1875-78 Doğu Krizi ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı gibi felaketler izledi. Sonuç olarak Osmanlı ekonomisi, borçlarını ödeyemeyerek harap duruma gelince, alacaklı ülkeler tarafından 1881’de borçların tahsilatını sağlayacak Düyun-u Umumiye kuruldu. Böylece Osmanlı Devleti’nin gelirlerinin kontrolü, alacaklı ülkelerin eline geçti.[60] 20. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı güçlerle karşılaştırıldığında sanayileşememiş ve gelişmemiş bir ülke konumuna geldi.[61] Yine de, Osmanlılar en uzak vasalları olan Açe Sultanlığı’na asker gönderirken Güneydoğu Asya’da bile nüfuz sahibiydiler.[62]
Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının sınırları, askerî gücü ve zenginlik düzeyi giderek azalınca, Balkanlarda yaşayan Müslümanlar, gördükleri eziyetler sebebiyle Anadolu’ya göç etmeye başladı.[63] Aynı şekilde Rusların Kafkasya topraklarını ele geçirmesi sonucunda buradaki Müslümanlar da Anadolu’ya yöneldi.[64] İmparatorluğun yine son zamanlarında milliyetçilik isyanlarının çıkmasıyla milletler arasında çeşitli etnik gerginlikler yaşandı; bu etnik gerginlikler Ermeni Sorunu gibi çeşitli sorunları ortaya çıkardı.[65] Sultan II. Abdülhamid’in aşırı otoriter yönetimine bir tepki olarak gelişen Jön Türk hareketinin 1908’de yaptığı devrimle II. Meşrutiyet ilan edildi.[66] Ardından 5 Ekim 1908’de Bulgaristan’ın resmen bağımsız olması ve 6 Ekim 1908’de Avusturya-Macaristan’ın Bosna’yı tek taraflı ilhakı, ülkedeki kaos ortamını büyüttü. Bu olayları, pek çok canın ve toprağın kaybına sebep olan Trablusgarp Savaşı (1911-12) ile Balkan Savaşları (1912-13) izledi. 23 Ocak 1913’te, I. Balkan Savaşı sırasında gerçekleşen Bâb-ı Âli Baskını, Üç Paşalar’ı başa getirdi ve yönetimi ele geçirmelerine yol açtı.
Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri’nin yanında girdi ve savaştan yenik çıktı. Savaş sırasında Ermenilerle yaşanan etnik gerginliklerin tırmanması üzerine çıkarılan Tehcir Kanunu ile Ermeniler, Doğu Anadolu Bölgesi’nden Suriye’ye devlet eliyle göç ettirildi. Göçlerde farklı kaynaklara göre 300.000 ile 1.500.000 arasında Ermeninin öldüğü iddia edildi. Bu ölümler, çeşitli kaynaklar tarafından Ermeni Soykırımı olarak tanımlandı.[67][68][69][70] Türk tarafı ise olayların soykırım olmadığını ifade ederek Ermenilerin yalnızca yerlerinin değiştirildiğini belirtti.[71] Ermenilerin yanı sıra, imparatorlukta savaş devam ederken Rum ve Süryaniler de öldürüldü ve bu olaylar da bazı kaynaklar tarafından soykırım olarak tanımlandı.[72]
Savaşın ardından imparatorluğa bağlı milletler ayrılarak çeşitli yeni devletler kurdular.[73][74][75][76] 30 Ekim 1918’de Osmanlı İmparatorluğu, İtilaf Devletleri ile Mondros Mütarekesi’ni imzaladı.[77] 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması ise Osmanlı topraklarını İtilaf Devletleri arasında paylaştırdı, ancak yürürlüğe giremedi.[53]
Türkiye Cumhuriyeti
Ana madde: Türkiye siyasi tarihi
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.
I. Dünya Savaşı bitiminde imzalanan Mondros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri tarafından İstanbul, İzmir ve diğer Osmanlı topraklarının işgali, Anadolu Hareketi’ni ortaya çıkardı.[78] Çanakkale Savaşı’nın öne çıkan isimlerinden biri olan Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı ile Sevr Antlaşması’nın getirdiği şartları iptal edip Mîsâk-ı Millî sınırları içinde kalan ülke topraklarının bütünlüğünü korumayı amaçlayan Türk Kurtuluş Savaşı başlatıldı.[79]
Ankara’da 23 Nisan 1920’de kendisini ülkenin meşru hükûmeti ilan eden Ankara merkezli Türk rejimi, eski Osmanlı’dan yeni Cumhuriyet siyasi sistemine yasal geçişi resmîleştirmeye başladı. Ankara Hükûmeti silahlı ve diplomatik mücadeleye girişti. 1921-1923 yılları arasında Ermeni, Yunan, Fransız ve İngiliz orduları ülkeden kovuldu:[80][81][82][83] Ankara Hükûmeti’nin askerî ilerleyişi ve diplomatik başarısı 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasıyla sonuçlandı. Birleşik Krallık ile Ankara Hükûmeti arasındaki Çanakkale Krizi’nin (Eylül-Ekim 1922) ele alınışı, 19 Ekim 1922’de David Lloyd George hükûmetinin çökmesine[84] ve Kanada’nın Birleşik Krallık’tan siyasi özerklik kazanmasına neden oldu.[85] 1 Kasım 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatı kaldırdı ve 623 yıllık monarşik Osmanlı İmparatorluğu, resmen tarih sahnesinden silindi.
24 Temmuz 1923’te Sevr Antlaşması’nın yerine imzalanan Lozan Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı niteliğindeki yeni Türk devletinin uluslararası alanda tanınmasını sağladı. Yeni antlaşma, Türkiye’nin kendi toprakları üzerindeki egemenliğine yol açtı. İtilaf Devletleri’nin Türkiye’yi işgali, 4 Ekim 1923’te son İtilaf birliklerinin İstanbul’dan çekilmesi ve 6 Ekim 1923’te Türk birliklerinin şehre girmesiyle sona erdi. 29 Ekim 1923’te yeni başkent Ankara’da resmen cumhuriyet ilan edildi.[86][87] Lozan Antlaşması sonrasında antlaşma maddeleri gereğince yapılan Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi kapsamında Türkiye’deki 1,1 milyon Rum ile Yunanistan’daki 380 bin Türk yer değiştirdi.[88]
Son Osmanlı padişahı VI. Mehmed, saltanatın kaldırılmasının ardından İngiliz savaş gemisi HMS Malaya ile Malta’ya varıyor; 9 Aralık 1922
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal, dine dayalı ve çok uluslu eski Osmanlı monarşisini laik bir anayasa altında parlamenter bir cumhuriyet olarak yönetilecek bir Türk ulus devletine dönüştürme amacını içeren birçok devrim yaptı.[89] Bu devrimlerin bir parçası olarak saltanat ve ardından hilâfet kaldırıldı, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı, Latin alfabesi kullanılmaya başlandı ve diğer birçok değişiklik yapıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu ile kendisine “Atatürk” soyadını verdi.[90] Ağa olarak adlandırılan toprak beyleri tarafından yönetilen ve feodal düzenleri olan Kürt ve Zaza aşiretleri ve ülkenin diğer yerlerinde bulunan çoğunlukla İslamcı bazı gruplar, bu devrimlere itiraz etti ve laikliğe muhalefet nedeniyle çıkan Şeyh Said ve Menemen isyanları ile toprak reformu nedeniyle çıkan Dersim İsyanı, Türk güvenlik güçleri tarafından bastırıldı.[91]
Sonradan cumhurbaşkanı olacak olan Başbakan Turgut Özal, 1986’da Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu ile Davos’ta görüşürken
II. Dünya Savaşı’nda (1939-1945) Türkiye, uzun süre tarafsızlığını korudu; ancak savaşın son aylarında, 23 Şubat 1945 tarihinde Müttefik Devletler’in yanında yer aldı. 26 Haziran 1945’te ise Birleşmiş Milletler’in kurucu üyelerinden biri oldu.[92] II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’da çıkan komünist isyanının bastırılmasında karşılaşılan zorluklar ve Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazları’nda askerî üs talep etmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1947’de Truman Doktrini’ni ilanıyla sonuçlandı. Doktrin, Türkiye ve Yunanistan’ın güvenliğini sağlamayı amaçlayarak askerî ve ekonomik destek sağladı. Her iki ülke de 1948 yılında Avrupa ekonomisinin yeniden inşası için Marshall Planı ve OEEC’ye dâhil edildi,[93] daha sonra 1961 yılında OECD’nin kurucu üyesi haline geldi.[94]
Türkiye’nin ilk kadın başbakanı Tansu Çiller, Ocak 1994’te Avrupa Komisyonu toplantısına katıldı.
Kore Savaşı’na (1950-53) Birleşmiş Milletler kuvvetleri ile birlikte katılan Türkiye, 1952 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı NATO’ya katıldı. 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta gerçekleşen darbe, EOKA-B’nin faaliyetleri, Enosis (adayı Yunanistan ile birleştirme) planları ve yaşanan toplumlar arası çatışmanın tırmanması sonucunda Türkiye, 20 Temmuz 1974’te adaya asker çıkardı.[95] Dokuz yıl sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak ada ikiye bölündü, ancak ülke yalnızca Türkiye tarafından tanındı.[96]
Türkiye Cumhuriyeti’nin tek partili dönemi, 1945 yılında son buldu. Ardından gelen çok partili demokrasi dönemi 1960 ve 1980 askerî darbeleri ve 1971 ve 1997 muhtıraları ile kesintiye uğradı.[97][98] 1960 ile 20. yüzyılın sonu arasında Türk siyasetinde birden fazla seçim zaferi elde eden önde gelen liderler muhafazakâr-popülist Süleyman Demirel, sosyal demokrat Bülent Ecevit ve neoliberal reformcu Turgut Özal’dı. Tansu Çiller 1993 yılında Türkiye’nin ilk kadın başbakanı oldu.
1980’li yıllarda Türk ekonomisinin liberalleştirilmesinden bu yana ülke, ekonomik büyüme ve siyasi istikrar yakaladı.[99] 1984’ten itibaren PKK, Türk hükûmetlerine karşı ayaklanma ve saldırı kampanyalarına başladı; tarafların çatışmaları sonucunda resmî verilere göre 40 binden fazla insan öldü.[100] 2012’de taraflar arasında barış görüşmeleri başladı,[101][102] ancak 2015’te görüşmeler sona erdi ve yeniden çatışma hâline dönüldü.[103] 2013’te Gezi Parkı’ndaki düzenlemeler nedeniyle başlayan protestolar, daha sonra hükûmet karşıtı protestolara dönüşerek birçok ilde patlak verdi ancak hükûmet tarafından bastırıldı.[104] 28 Ağustos 2014’te Recep Tayyip Erdoğan doğrudan halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. 15 Temmuz 2016’da, Türkiye’de bir darbe girişimi meydana geldi.[105] 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumu ile parlamenter sistemin yerini icracı bir başkanlık sistemi aldı. Başbakanlık makamı kaldırılarak yetki ve görevleri cumhurbaşkanına devredildi.
İdari bölümler
Ana madde: Türkiye’nin idari bölünüşü
Daha fazla bilgi: Türkiye’nin coğrafi bölgeleri, Türkiye’nin illeri, Türkiye’nin ilçeleri ve Türkiye’nin İBBS’si
Türkiye, idari açıdan üniter bir yapıya sahiptir ve bu durum Türk kamu yönetimine şekil veren en önemli etkenlerdendir. Devletin temel işleyişindeki üç güç olan yasama, yürütme ve yargı dikkate alındığında, yerel yönetimlerin hemen hemen herhangi bir gücü yoktur. İllerin ve diğer birimlerin yönetimi, merkezî yönetimden sonra gelir. Yerel yönetimler yalnızca bulundukları yerde hizmet vermek amacıyla kurulmuşlardır. İllerin başında valiler, ilçelerin başında kaymakamlar yönetici olarak görevlidir. Vali ve kaymakamın yanı sıra, merkezî yönetim ve belediye başkanları tarafından atanan diğer üst düzey yetkililer de vardır.[106]
Türkiye’nin başkenti Ankara’dır. Ülkenin en büyük idari birimleri illerdir ve 81 il vardır. Bu iller ilçelere ayrılmıştır, toplamda 973 ilçe mevcuttur. Ayrıca ülke coğrafi, demografik ve ekonomik koşullar göz önüne alınarak idari anlam taşımayan 7 bölge
E-posta hesabınız yayımlanmayacaktır.Tüm alanların doldurulması gerekmektedir.